Sayfa 2 / 2

- OYAK VE TSKGV ŞİRKETLERİ BAĞLAMINDA ORDUNUN SERMAYE İLE İLİŞKİSİ
1950 yılında ABD’ye yaranmak adına girilen Kore Savaşı sonrasında Türkiye NATO’ya üye olmuştur. ABD’den gelen yardımlarla beraber Türkiye’de kısa sürede olsa ekonomik bir refahlaşma dönemi yaşanmış ancak bu süreç çok kısa sürmüştür. Bu dönemde ordu içerisindeki huzursuzluk özellikle genç subaylar arasında had safhaya ulaşmış, Ordu’nun başındaki komutanlar yetersiz görülmeye başlanmıştır. Bu bağlamda, Albay Talat AYDEMİR tarafından 1957 yılında Milli birlik Komitesi (MBK) kurulmuştur. Artık subayların da örgütsel faaliyetleri gizli kalamamıştır.
1960 yılına gelindiğinde iktidarın hırçınlığı ve baskıcı anlayışı ayyuka çıkmış, o dönemki Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal GÜRSEL MSB’ye bir mektup göndererek, mevcut iktidar ve Cumhurbaşkanının istifasını istemiştir. Yine aynı yıl KHO ve sivil Üniversite öğrencileri yürüyüş düzenleyerek (555 K Olayı) iktidarı sert bir dille son kez uyarmışlardır. Sonunda, 2771 sayılı Ordu Dahili Hizmet Kanununun 34. Maddesine dayanarak, 27 Mayıs 1960’da ordu, yönetime el koymuştur.
Ordu sermaye ilişkisi bakımından özellikle 1960‟lı yıllardan başlayarak 2000‟li yılların başına kadar emekli general/amirallerin sanayi ve finans şirketlerinde istihdam edilmeleri bu konunun başka bir konu altında incelenmesini gerektirmektedir. Savunmaya ayrılan payın 2015 yılı itibariyle, Gayri Safi Yurt içi Hasıla’ya (GSYİH) oranının yüzde 2,3 civarında olduğu Türkiye’de bu paranın yönlendirilmesi ve yönetilmesinde askerlerin payının olduğu düşünüldüğünde savunma sanayi ile TSK arasındaki bağlantının ele alınmasının önemi ortaya çıkmaktadır. Hem Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı’nda (TSKGV) yer alan; hem de özel savunma sanayi firmalarında çalışan emekli general/amiraller sayesinde ordu sermaye ilişkisi yeniden üretilmektedir. OYAK sayesinde üretim aracı sahibi olan Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mensuplarının bu kuruluşa üye olarak geçirdikleri sınıfsal değişim ve bir kurum olarak ordunun Türkiye’nin geçirdiği sermaye birikim süreçlerinde aldığı tavırda OYAK’ın etkisinin olup olmadığı sorusu OYAK’ın incelenmesini önemli kılmaktadır.[8]
1973 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimleri bir rejim sorunu haline gelmiştir. Silahlı Kuvvetler, iki parti arasındaki çekişmeyi gerekçe göstererek en yüksek rütbeli komutanı Cumhurbaşkanı adayı olarak parlamentoya sokmak istemiş, bu da krize yol açmıştır. Ancak AP ve CHP aralarında anlaşarak asker kökenli Fahri Korutürk’ü cumhurbaşkanı seçmişlerdir. TSK’nın ülkedeki sorunlarla alakalı olarak parlamentoyu MGK aracılığıyla uyarmasına rağmen gerekli tedbirler alınmamış; hatta bazı parlamento üyeleri ve bakanlar yüksek rütbeli komutanları ziyaret ederek, çözüm yolunun yine TSK olduğunu dile getirmişlerdir. Anarşinin devam etmesi üzerine siyasi partilerden bir çözüm bulmaları istenmiş ancak yine bir sonuç alınamamıştır. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün görev süresinin dolmasıyla beraber, 22 Mart 1980 tarihinden itibaren cumhurbaşkanlığı seçimleri, siyası çıkar hesapları yüzünden çıkmaza girmiş ve bunalımın artmasına neden olmuştur. Bu kapsamda TSK 12 Eylül 1980 günü yönetime el koymuştur.
Ordunun siyaset üzerindeki etkisinin baskın olduğu kadar, bünyesinden çıkan Ordu Yardımlaşma Kurumu ve Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı da, ordu mensuplarına ve direkt orduya hizmet etmeyi misyon edinmiş kurumlar olarak ortaya çıkarlar. Bu kurumlar ticaretten üretime, distribütörlükten hizmet sektörüne, emlaktan emekliliğe kadar birçok sektörde hizmet vermektedirler. Çalışmanın bundan sonraki kısmında, Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) ve Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı’na bağlı bazı kuruluşlarda görev almış asker kökenli yöneticiler ile sivil yöneticilerin bir tür karşılaştırılması yapılacaktır.
Türk Silahlı kuvvetleri Güçlendirme Vakfı ve Ordu Yardımlaşma Kurumu’na bağlı şirketlerin (TUSAŞ, TUSAŞ-TAİ, HAVELSAN, HAVELSAN-EHSİM, HTR, İŞBİR, MİKES, ASPİLSAN, TÜRKTIPSAN, GÜLSAV, BOLU ÇİMENTO, ROKETSAN, DİTAŞ, MAİS, ASELSAN, MERCEDES BENZ-TÜRK, NETAŞ, ASELSAN) bünyesinde 1968-2018 yılları arasında yönetim kurulu üyeliği görevi ile çalışmış kişiler incelendiğinde, sivil-asker ilişkileri oranı Tablo 1’deki gibi tespit edilmiştir.
Tablo 1.: 1968-2018 yılları arasında OYAK ve TSKGV şirketleri yönetim kurullarındaki sivil-asker oranları

( Kaynak: Türkiye Ticaret Sivil Gazetesi, https://www.ticaretsicil.gov.tr/ [Erişim Tarihi Aralık 2018].)
Grafik 1.: 1968-2018 yılları arasında, OYAK ve TSKGV şirketleri yönetim kurullarında görev almış asker yöneticiler

(Tablo 1’den yararlanılmıştır.)
Tablo 1’in incelenmesi yapıldığında, 1982 yılını takip eden dönemlerde asker sayılarının arttığı gözlemlenmektedir. Bu artışın sebebi olarak 1980 Askeri Müdahalesi görülmektedir. Ordunun siyasete direkt bir müdahalesi olarak karşımıza çıkan askeri darbeler, yönetim ve idarenin askeri hükümete geçişi, şirketlerdeki asker sayılarına etki etmiş olduğunu göstermektedir. Bu, ordunun sermayeye olan etkisini de gözler önüne sermektedir. Diğer yandan 2000’li yıllardan bugüne geldiğimizde ise en dikkat çeken detay, son yıllardaki yönetim kurulu üyelerinin askeri kökenli olanlarının sayılarının iyiden iyiye düşmesidir. Bundaki en önemli sebep, geçtiğimiz 2016 yılında yaşanmış olan 15 Temmuz Darbe Girişimi olduğu açıktır. Bu girişim ile ordu içinde örgütlenmiş Fethullahçı Terör Örgütü, yönetimi ele geçirmeyi amaç edinmişse de bunda başarılı olamamış ve darbe geri püskürtülmüştür. Ancak bu olaya müteakiben devam eden soruşturmalar, ihraçlar sonucu hem Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kamuoyunda güven azalmış hem de görevden alınan örgüt mensubu askerler kadrolarını boşalttığından, şirketlerde de sivil yönetici sayısında artış gözlemlenmiştir.
- SONUÇ
Sermaye ilişkisinin bir biçimi olarak devlet yaklaşımı, kapitalist devlet ile ilgili kuram geliştirme çabalarından biridir. Bu yaklaşıma göre, devlet ve toplum birbirinden ayrı iki şey değildir. Bu ikisinin arasındaki ilişkiyi kriz ve sınıf mücadelesi gibi kavramlar kullanarak geliştirir ve devlet merkezli yaklaşımlara bir alternatif olarak sunulur. Bu yaklaşımın değeri, sınıf mücadelelerine vurgu yapması, bu mücadelelerin de devlet biçiminin oluşmasındaki etkisine vurgu yapmasındadır. Bu yaklaşım, devleti, bir sınıf egemenliği olarak tanımlanan sermaye ilişkisinin bir biçimi olarak görür. Sermaye, devleti ya da siyaseti belirleyen basit bir ekonomik biçim değildir. Devletin biçimi, sermayenin çelişkilerinin de ifade edildiği, sınıf mücadelelerinden türemiştir. “Daha genel bir ifadeyle krizler, sermaye-emek arasındaki çelişkili ilişkiden ve sınıf mücadelelerinden bağımsız değildir.”[9]
Krizden çıkış, sermaye ilişkilerinin yeniden yapılanmasıyla mümkün olur. Bu yalnızca iktisadi bir süreç değildir. Krizden nasıl çıkılacağı ve kriz süresince neler olacağı; sermaye ile emek arasındaki ve aynı zamanda sermaye sınıfının fraksiyonları arasındaki mücadeleye bağlıdır. Sermaye sınıfı kriz karşıtı mücadeleler ve çeşitli stratejiler geliştirir. Devlet biçiminin değişmesi, sermaye sınıfının krizle mücadele yollarından biridir. Böyle bir durum söz konusu olduğunda, sermaye sınıfı bunu desteklemekten kaçınmaz. Krizi sermaye sınıfı lehine çözmede devlet biçimindeki değişim kilit rol oynamaktadır.
Sermaye sınıfı için krizle başa çıkma yollarından bir diğeri de krizin bir fırsat olarak değerlendirilmesidir. Sermaye sınıfı, kriz süresince ortalama kar oranlarını artıracak biçimde sermaye sınıfının kendisinin yeniden örgütlenmesini sağlayan bir süreç olarak görülür. “Kar oranlarını sürdürme çabası, sermayenin daha da yoğunlaşmasına, merkezileşmesine yol açan rekabetçi mücadelenin artmasına neden olur; rekabet etmekten aciz kapitalistlerden bazıları sermayelerini spekülatif alanlara çevirir, diğerleri iflasla yüzleşir.”[10] 1980 öncesinde Türkiye’de sermaye sınıfı, bazen tekil bazen de bir bütün olarak taleplerini dile getirerek, düzenlemelerin gerçekleşmesi için mücadele etmiştir. Olağanüstü devlet biçimi, yani 12 Eylül Askeri Rejimi de toplumsal ilişkileri yeniden düzenleyerek, sermaye sınıfı mücadelesinin tamamlayıcısı olmuştur.
Mevcut krizin giderilmesinde bir reçete görevi gören 24 Ocak 1980 Kararları, bu kararların uygulayıcısı olacak olan 12 Eylül Darbesi, sanayi sermayesinin, emek-sermaye ilişkisini kendi lehine yeniden belirleme çabası ile uyumlu adımlardı. Krize çözüm olarak sunulan bu kararlar, IMF ve Dünya Bankası’nın azgelişmiş ülkelere dayattığı tipik birer uyum ve istikrar politikaları denilebilirdi. Ancak Türkiye, diğer az gelişmiş ülkelerden (örneğin Latin Amerika ülkeleri) farklı bir konumdaydı. Türkiye'de iç talebin kısılmasındaki amaç emek aleyhine bir gelir politikasını esas almıştır. Bu yüzden de bu paket, sermayenin karşı saldırısı olarak konum almıştır. Bu kararlarla birlikte, sermaye emek karşısında güçlendirilmeye çalışılmıştır. Dolayısıyla sermaye sınıfı da 24 Ocak Kararları’ nı genel olarak desteklemiş ve krize karşı bütüncül bir çözüm olarak görmüştür. 1960 Askeri Müdahalaesi ile, ordu yönetime albaylar cuntası ile el koymuş ve bu gelecek yıllar için de bir temel noktası teşkil etmiştir. Öyle ki Türkiye Cumhuriyeti tarihinin bu ilk askeri müdahalesi, son olmayacak, 1971’de muhtıra ile, 1980’de yine bir askeri müdahale ile, 28 Şubat 1997 postmodern darbesi ile, 2007 e-muhtıra ile ve nihayetinde 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü ile devam eden bir sürecin tohumu atılmış olmaktadır.
Sonuç olarak Türkiye Cumhuriyeti tarihinde sıkça rastladığımız askeri müdahalelerin bir diğer gerekçesi de ekonomik darboğazlar ve develüasyonlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle görünmektedir ki ordu, darbe yaparken bu ekonomik bunalımları da hesaba katmakta ve bir çıkış yolu ararken de sermaye sahiplerine danışmaktadır.
[1] Ahmet Arif Mücek, Türkiye’de Askeri Darbeler, (İstanbul: Gökkuşağı Yayıncılık, Eylül 2009), s.20.
[2] Ahmet Arif Mücek, Türkiye’de Askeri Darbeler, (İstanbul: Gökkuşağı Yayıncılık, Eylül 2009), s. 65-66.
[3] Ahmet Akif Mücek, Türkiye’de Askeri Darbeler, (İstanbul: Gökkuşağı Yayıncılık, Eylül 2009) s. 170-173.
[4] Ahmet Arif Mücek, Türkiye’de Askeri Darbeler, (İstanbul: Gökkuşağı Yayıncılık, Eylül 2009), s. 246.
[5] Ahmet Arif Mücek, Türkiye’de Askeri Darbeler, (İstanbul: Gökkuşağı Yayıncılık, Eylül 2009), s. 253.
[6] Ahmet Arif Mücek, Türkiye’de Askeri Darbeler, (İstanbul: Gökkuşağı Yayıncılık, Eylül 2009), s. 280.
[7] “Mais Motorlu Araçlar İmal ve Satış A.Ş.” https://www.renault.com.tr/renault-kesfet/renault-turkiye/renault-mais.html [Erişim Tarihi:15.01.2019].
[8] Abdullah Köktürk, Türkiye’de Devlet, Ordu, Sermaye İlişkisi (1960-1990), Yayınlanmamış Doktora Tezi. (İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2016), s.140
[9] Ebru Deniz Ozan, Gülme Sırası Bizde, (İstanbul: Metis Yayınları, 2010), s. 34.
[10] a.g.e. s. 36.
- KAYNAKÇA
Ozan, Ebru Deniz, Gülme Sırası Bizde, İstanbul: Metis Yayıncılık, Ocak 2012
Mücek, Ahmet Akif, Türkiye’de Askeri Darbeler, İstanbul: Gökkuşağı Yayınları, Eylül 2009
Öztürk, Osman Metin, Ordu ve Politika, Ankara: Fark Yayınları, 2006
Küçükömer, İdris, Batılılaşma: Düzenin Yabancılaşması, İstanbul: Bağlam Yayıncılık, Ağustos 2007
Hale, William, 1789’dan Günümüze Türkiye’de Ordu ve Siyaset, İstanbul: Hil Yayınları, Ocak 1996
Kayalı, Kurtuluş, Ordu ve Siyaset, İstanbul: İletişim Yayınları, 2012
Köktürk, Abdullah(2016). Türkiye’de Devlet, Ordu, Sermaye İlişkisi(1960-1990)Yayınlanmamış Doktora Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Şirket Yönetim Kurulu Listeleri: Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi,(çevrimiçi) http://www.ticaretsicil.gov.tr (Erişim Tarihi: Aralık 2018)