Samsun
+3...+13° C

SSB TV

Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

FacebookMySpaceTwitterDiggDeliciousStumbleuponGoogle BookmarksRedditNewsvine

  1. Kavramsal ÇerçeveSubay kadroları ve modern anlamda ise Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından bugüne, devlet yönetiminde söz sahibi olan ana kurumlardan olmuşlardır. Türkiye’de, özünde, devletin bir kurumu olan ordunun, OYAK gibi kuruluşlarla iktisadi anlamda farklı bir düzeyde seyrettiği görülmektedir. Çalışmanın bu kısmında, OYAK ve TSKGV bağlamında, ordunun sermaye ile ilişki düzeyi ve bu ilişkinin ordunun siyaset üzerindeki etkisi ortaya koyulacaktır. Başlangıç noktası olarak, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yapılmış ilk askeri darbe olan 27 Mayıs 1960 Darbesi seçilmiş olup tarihsel süreç içerisinde ordunun siyasetteki rolüne, şirketler ile ilişkili olarak sermaye perspektifinden bakılacaktır.

27 Mayıs darbesi Türkiye’de belirli bir darbe geleneği oluşmasının önünü açmıştır. Bu anlamda 27 Mayıs darbesi, Demokrat Parti iktidarı boyunca duyduğu rahatsızlıkların sonraki dönemlerde tekrarlaması durumunda her zaman müdahaleye açık bir kapı bırakması ve darbelerin gelenekselleşmesi sürecinin mimarıdır. 27 Mayıs öncesi daha düşük gelirli grupların çocuklarından oluşan subay adayları subaylığın git gide daha elit bir meslek grubu olması neticesinde ya subay çocuklarından ya da ortalama gelir düzeyinin üstündeki ailelerin çocuklarından oluşmaya başlamıştır. Sonraki dönemlerde ise subay maaşları düzenlenerek arttırılmıştır. Yaşanan bu gelişmeler halk ile ordu arasında varolan ilişkinin zarar görmesine ordunun halktan kopmasına neden olmuştur.

Darbe öncesi mevcut durumu inceleyecek olursak DP iktidarı ile birlikte Türkiye’de bağımlı ve çarpık bir sanayileşmenin ortaya çıktığı görülmektedir. Bu dönemde ülkede emperyalist yatırımların artması, Amerikan üslerinin açılması, NATO’ya girilmesi emperyalistlerin ülke içindeki hakim sınıflar arasında uzlaştırıcı bir rol oynamalarını sağlamıştır. Tarımda hızlı makineleşme ve geniş toprakların tarıma açılması tekelci sermayenin iç pazarını genişletmiş ve feodal kalıntılarının servetini arttırmıştır. Bu süreç uzlaşma ve çatışmanın maddi zeminini oluşturmaktadır.[1]

27 Mayıs bazı ileri adımlarına karşın açıklama ve uygulamalarında sergilediği tutumlarla sermaye düşmanı bir hareket olmadığını kanıtlamıştır. En sıcak günlerde bile MBK, sanayici ve işadamlarına sürekli güvence vermiş, temaslar da bulunmuştur. Bu bağlamda 27 Mayıs darbesi ile alınan karar ve önlemler tamamen sanayi kesimlerinin lehine bir durum sergilemiştir. Bu durum ülkede emperyalizmin kökleşmesine neden olmuştur. 15.10.1961’de yapılan seçimlerle MBK ve Temsilciler Meclisi’nin varlıkları sona ermiştir. Askeri darbe sonrası yapılan ilk seçimlerde hiçbir partinin çoğunluk oluşturamaması neticesinde Ordu ve CHP’nin müdahalesi yaşanmıştır. Bu bağlamda Cemal Gürsel cumhurbaşkanı olmuştur ve İnönü CHP-AP koalisyonunu kurmak için görevlendirilmiştir. 16 Kasım ara seçimlerine geldiğimizde AP oyların büyük bir bölümünü almıştır ve İnönü ile koalisyona son verilmiştir. Bu bağlamda AP’nin başkanı Süleyman Demirel olmuştur ve AP’nin önlemez yükselişi başlamıştır. [2]

1980 öncesinde Türkiye’de sermaye sınıfı, bazen tekil bazen de bir bütün olarak taleplerini dile getirerek, düzenlemelerin gerçekleşmesi için mücadele etmiştir. Olağanüstü devlet biçimi, yani 12 Eylül Askeri Rejimi de toplumsal ilişkileri yeniden düzenleyerek, sermaye sınıfı mücadelesinin tamamlayıcısı olmuştur.

1980 yılında Türkiye’de özellikle ekonomik alanda görülen üretim düşüşleri, fiyat artışları, inşaat faaliyetleri, bütçe açıkları, para arzı, enflasyon, ödemeler dengesi, iflaslar, grev ve direnişler tekelci sermaye için bir karabasan olmuştur. Bu durum yapılacak olan bir askeri darbe sürecini hızlandırmıştır. Yapılacak olan askeri darbeye ABD’de destek vermektedir. ABD, Orta Doğu’daki İslam İhtilali sonucunda İran’ı ve SSCB’nin işgali sonucunda Afganistan’ı kaybetmiştir. Bu bağlamda tek kalesi Türkiye kalmıştır. Bu koşullardan dolayı ABD kendi çıkarlarıyla uyuşan bir Türkiye istemektedir. Bunun yolu ise askeri darbeden geçmektedir. Washington 1979 Mayıs ayından itibaren Ecevit’in Türkiye’yi yönetemediğini ifade etmiş ve açıkça istikrarın ancak askeri darbe ile kurulabileceğini söylemiştir.[3]

12 Eylül askeri darbesi ABD emperyalizminin ve yerli işbirlikçilerinin istemleri doğrultusunda gelişen bir harekettir. ABD, darbeden birkaç ay önce görüşlerini hiçbir şekilde saklama ihtiyacı duymadan darbenin gerekliliği konusunda görüşler bildirmiştir. 12 Eylül darbesini gerçekleştiren askeri cunta darbe öncesi faşist cinayet ve katliamları, halkın mal ve can güvenliğine gelecek zararları kendine temel gerekçe yapmıştır. Bu bağlamda darbe meşrulaştırılmış ve halk darbeyi sosyal, siyasi, ekonomik sorunların hiçbirine çözüm bulamayan idarenin alternatifi olarak görmüştür. Toplumda “12 Eylül Öncesi” bir paranoya haline getirilmiş ve böylece herhangi bir itiraz karşısında “12 Eylül öncesine mi dönmek istiyorsunuz?” sorusu kullanılmıştır. Bu bağlamda her türlü tepki marjinalize edilmiş ve halk tarafından darbenin kolay bir şekilde kabullenilmesi sağlanmıştır. 12 Eylül sonrası yeni bir anayasa oluşturulması gündeme gelmiştir. Oluşturulan yeni anayasanın taslak halindeyken eleştirilmesine izin verilmiştir. Ancak anayasanın kesin şeklini almasından sonra eleştirilmesi ve tartışılması yasaklanmıştır. Kenan Evren yeni anayasanın kabul edilmesi için propaganda kampanyası başlatmış ve daha anayasa kabul edilmeden önce tüm mahalle ve köy muhtarlarına yeni anayasa kitapçığını dağıtmıştır.

28 Şubat askeri darbesini anlayabilmek için bu dönemde Ortadoğu’da ki mevcut durum bilinmelidir. Bu dönemde Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler sonucunda Türkiye jeopolitik olarak önemli bir nokta haline gelmiştir. Bu durum, Türkiye’yi emperyal devletlerin çıkar çatışmaları arasında bırakmış ve Türkiye’nin dış müdahalelere açık bir duruma gelmesine neden olmuştur. Mevcut tablo içerisinde Türkiye ABD’ye yakın bir politika izlemiş ve ABD’nin çıkarlarıyla uyuşacak şekilde hareket etmiştir. Bu dönemde önemli bir husus SSCB’nin dağılması ve birçok devletin kurulmasıdır. Kurulan devletler emperyal devletlerin dikkatini çekmektedir. Türkiye’de bu devletleri sömürmek isteyen emperyal devletlerin çıkarları doğrultusunda hareket etmektedir.[4]

Birden fazla problemin olduğu bölgede Türkiye’nin hamleleri oldukça yetersiz ve dağınık kalmıştır. Bu dönemde Türkiye stratejik işbirliği yapacak ülke arayışına girmiştir ve bu bağlamda İsrail ile yakınlaşmıştır. Çiller döneminde görülen bu yakınlaşma istenilen sonucu vermemiştir ve Türkiye’nin bölgede güç kaybetmesine neden olmuştur.

Bölgedeki önemli diğer bir sorun ise Orta Asya Petrolleri sorunudur. Ortay Asya Petrollerine hakim olmak isteyen sömürgeci devletler çekişmeler yaşamıştır. Bu çekişmeler sonucunda ABD, İran ile Azerbaycan arasındaki yakın ilişkilerin bozulmasını sağlamıştır. Aynı zamanda Azerbaycan’da Türkiye’nin de isminin geçtiği bir askeri darbe girişimi düzenlemiştir. Yaşanan bu gelişmeler Azerbaycan ile ABD arasında iyi ilişkilerin kurulmasını sağlamıştır.[5]

1990’lı yılları incelediğimizde Türkiye’de askeri, politik, toplumsal ve ekonomik alanlarda tam bir ABD emperyalizmi mevcuttur. Bu bağlamda ABD’nin etkisi olduğu NATO kararlarıyla Türkiye’de irtica ve terör temel sorun unsurları olarak belirlenmiştir. Bu dönemde İslam’ın siyasi alandan çıkarılması için mücadele verilmeye başlanmıştır. Bu bağlamda MGK’nın psikolojik harp birimi tarafından gizli bir İslam Projesi başlatılmıştır. Bu proje İslam dinini hurafelerden arındırmak ve dini siyasi alanın dışında bırakmak amacına hizmet etmiştir. Ancak proje Erbakan’ın başbakan olması sonucu durdurulmuştur. Bu konuda temel husus ideolojik kırılmadır. 12 Eylül darbesi ile birlikte Kemalizm yerine Türk-İslam düşüncesi benimsenmiştir ancak 1990’lara gelindiğinde Türk-İslam düşüncesi bırakılmış ve bir ideoloji kırılması yaşanmıştır.

12 Eylül askeri darbesi sona erdikten belirli bir süre sonra ülkede tekrardan kitle hareketleri görülmeye başlamıştır. Bu bağlamda işçi grevleri, öğrenci eylemleri, kamu çalışanı örgütlenmeleri gerçekleşmiştir. Bu süreç içerisinde siyasi partilerde boş durmamış ve propagandalarda bulunmuşlardır. Darbe sonrasında yapılan 20 Kasım 1991seçimlerinde Süleyman Demirel başkanlığında bir DYP-SHP koalisyonu kurulmuştur. Bu koalisyon döneminde toplumda Türk-Kürt, Laik-Anti laik ayrışmaları yaratılmıştır. 28 Şubat son derece önemli politik, ekonomik ve ideolojik bir yönelimin dönüm noktasıdır. 28 Şubat sürecinde irticai faaliyetlerin ön plana çıkarılmış olması yanlış bir algı oluşturma işlemidir.

Türk ordusundaki generallerce 28 Şubat darbesine post-modern darbe olarak bakılır. Bu darbenin yapılmasını hızlandıran olaylar yaşanmıştır. Başkanlık konutunda cemaat liderlerine iftar yemeği verilmesi, Taksim’de kurulan çadırda namaz kılınması, devlet kadrolarındaki şeriatçı kadrolaşma 28 Şubat askeri darbesinin yapılmasını hızlandırmıştır.[6]

Son olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Türk siyaseti üzerindeki rolü, Huntington’un “kültürel uçurum” kavramıyla açıklamaya uygundur. Kültürel uçuruma göre, silahlı kuvvetler ile siyasi/sivil erk arasında bir ayrım bulunmalıdır. Silahlı kuvvetler, yasalarla sivil siyasi erk tarafından kendisine bağlanmalı, özerk yapı oluşumu bu şekilde engellenmelidir. Aksi durumda, ordu, kendinde yönetimde söz sahibi olma hakkını görür. Silahlı kuvvetler, ülkelerinin demokrasilerine bir kere darbe vurduğu zaman, bunun artık geri dönüşü olmaz, darbeyi bir kere yapan ordu bunu izleyen yıllarda yine kendinde darbe yapacak gücü ve kudreti bulur. Türkiye ve benzeri az gelişmiş ülkelerde bu tip darbeler görülmüştür. Korunması gereken kültürel uçurum korunmadığı takdirde darbeler tekrar etmeye devam edecektir. Silahlı kuvvetlerin siyasete doğrudan müdahalesi, onun gücünü gösterdiği gibi, kültürel uçurumun da daraldığına işaret etmektedir.

1960 askeri müdahalesinde, görüyoruz ki, büyük sermaye sınıfları ile ordu bir işbirliğine girmiş ve darbenin gerçekleşmesiyle alınan ekonomik kararlar yürürlüğe sokulabilmiş, bu şekilde hem sermaye sınıfı ekonomik olarak pozitif yönde kazanmış hem de silahlı kuvvetler ülke yönetimini ele alarak siyasi anlamda pozitif yönde hak kazanmış olmaktadır.

  1. MAİS MOTORLU ARAÇLAR İMAL VE SATIŞ ANONİM ŞİRKETİ ÖZELİNDE ORDU-SERMAYE İLİŞKİSİNİN DÖNÜŞÜMÜ

Mais Motorlu Araçlar İmal ve Satış A. Ş., Renault ve Dacia otomativ markalarının Türkiye mümessili ve Türkiye genel distribütörüdür. MAİS Motorlu Araçlar İmal ve Satış A.Ş., 10 Ocak 1968 tarihinde OYAK Grup şirketi olarak kurulmuş ve ilk Renault marka otomobili 1971 tarihinde Türk tüketicisine sunmuştur.

“MAİS, Renault ile Dacia otomotiv markalarının Türkiye Genel Distribütörü’dür. Sermayesinin %51’i OYAK Grubuna, %49’u Renault S.A.’ya aittir. MAİS, Renault ve Dacia markalarının Türkiye’de binek otomobil, hafif ticari araç ve yedek parça satışıyla satış sonrası hizmetlerini sürdürmektedir. Şirket Türkiye’de en geniş satış ve satış sonrası ağına sahiptir. Ülke geneline yayılmış yetkili servisleri, en son teknoloji ürünü, ekipmanları ve eğitimli personeliyle Türkiye genelinde 4 şubesi (İstanbul - Boğaziçi, Ankara, İzmir ve Bursa), 82 yetkili satıcısı bulunan MAİS, Türkiye genelinde 185 noktada satış ve satış sonrası hizmeti vermektedir.”[7]

Şirket, sermayesinin %51’inin OYAK Grubuna bağlı olmasıyla çalışmamız adına dikkat çekmektedir. Bu bağlamda, şirket kuruluşundan bugüne kadar görev yapmış yönetim kurulu üyelerini incelediğimizde 1987’de General Tarık Mutlualp ile, 1994’te Tümgeneral Temel Şahinoğlu öne çıkmaktadır. Şirketin kuruluş tarihini baz aldığımız zaman, geçen toplam süre zarfı boyunca yalnızca iki generalin şirket yönetim kurulu üyeliği bulunduğundan anlamlı bir farklılık gözlenmediği için değerlendirmeye katılmamıştır.



Çevrimiçi Ziyaretçi

16652 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi

Köşe Yazarı



Son Köşe Yazısı

Köşe Yazarı



ANKET

Oyak çalışanlarından memnunmusunuz
  • Toplam oy: (0%)
  • Toplam oy: (0%)
Toplam oy:
İlk oy:
Son oy:

ANKET

OYAK'ta yolsuzluk yapılıyor mu?
  • Toplam oy: (0%)
  • Toplam oy: (0%)
Toplam oy:
İlk oy:
Son oy:

ANKET

OYAK nemasından memnunmusunuz
  • Toplam oy: (0%)
  • Toplam oy: (0%)
Toplam oy:
İlk oy:
Son oy:

ANKET

OYAK yatırımlarından memnunmusnuz
  • Toplam oy: (0%)
  • Toplam oy: (0%)
Toplam oy:
İlk oy:
Son oy: