Sayfa 2 / 5

Ordu bütçesinin herhangi bir tartışma olmaksızın, Milli Savunma Bakanlığı’ndan ya da Genelkurmay’dan geldiği biçimde ve milletvekilleri tarafından alkışlanarak kabul edilmesi gibi bir uygulama başka ülkelerde var mıdır bilmiyorum. Bu bizde bir gelenektir. Dolayısıyla biraz önce arkadaşlarımın da anlattığı gibi, bütün bu 60’lardan sonraki süreç, ordunun mali ve idari bakımdan denetim dışılığının kurallaştığı bir süreçti. 1980’den sonra ise ordunun asli işlevinin, yani askeri operasyonlarının da denetlenmesi ihtiyacı giderek daha acil ve önemli hale geldi. Bildiğiniz üzere, 80’lerin ortalarından itibaren Kürt sorunu bir silahlı isyana dönüştü ve ordu buna karşı askeri operasyonlara başladı. Bunların denetlenmesi ihtiyacından, birtakım şaibeli noktaların, soru işaretlerinin, karanlık noktaların Meclis ya da başkaları tarafından soruşturulmasına ısrarla izin verilmeyişinden söz ediyorum. Ordunun siyasal iktidar, Meclis ve kamuoyu denetiminden muaf sayılmasının en ürpertici faslı budur. Ali Bayramoğlu konuşmasında “özerkleşme” ifadesini kullandıysa da, kanımca bu özerklik ötesi bir durum. Ayrı Danıştay’ı, ayrı Sayıştay’ı olan, aynı zamanda yargı sisteminde yapılan değişikliklerle, Sivil Ceza Yasası’na girebilecek suçlardan dahi personelini sivil mahkemelerde yargılatmayan bir orduyla karşı karşıyayız. Örneğin sadece Şemdinli olayında değil, en son Ergenekon vakasında da, ortada Sivil Ceza Yasası’nda tarif edilen bir suç olmasına rağmen Genelkurmay itham altındaki personelini askeri mahkemede yargılatmak için canla başla çalışıyor.
Sonuç olarak Türkiye’de ordu kurumu, en azından bugünkü hâkim eğilimiyle -demokrasiden geçtik- cumhuriyetçi felsefeyi sindiremeyen en büyük kurumdur; çünkü cumhuriyetlerin temel ilkelerinden biri, askeri gücün sivil denetim altında olmasıdır. Eğer bu kural işlemiyor, işletilemiyor ise orada cumhuriyetin sadece adı vardır.Cumhuriyetten, modern devrimin sonucu olan bir cumhuriyetten söz ediyorsak, onu bir devrim yapan temel özelliklerin birincisi sivil değerlerin askeri değerlerin önüne, üstüne çıkarılmasıdır. Oysa Türkiye’de başında askerlerin bulunduğu bir blok, askeri değerlerin hâlâ Türk toplumunda birincil önemde olduğu iddiasını, böyle bir ideolojik baskılanmayı, yönlendirmeyi sürdürmekte ısrar ediyor; çünkü askeri değerler, yani fiziki güçle-güçlülükle ilişkili özellikler bir toplumun kendi kimlik tanımının birincil öğesi olarak kabul ediliyorsa, ordu kurumunun o ülkede siyaseti, ekonomiyi, hukuku etkilememesi düşünülemez. Eğer toplumsal kimliğimizi böyle algılarsak, yani “Askeri-fiziki değerler fert ve toplum olarak başat özelliğimizdir” diyorsak bütün sorunları birer güvenlik sorunu olarak algılamamız, bütün sorunlara ordunun müdahil olması önlenemez. Bu bakımdan Türkiye’de ordunun denetlenmesi ya da vesayet toplumundan çıkış dediğimiz şeyin çok köklü bir zihniyet devriminin sonucu olabileceğini belirtmek gerekir.