Sayfa 4 / 5

Bu durumda şu soru anlamlı gözükmektedir: Pretoryen militarizmin pratiklerinin meşrulaştırıcısı “milli güvenlik ideolojisi”yle uyum içinde kendine “ulusun kalkınmasına hizmet”, “ulusal ekonomiye hizmet”, “ulusal ekonomik güvenliğin koruyucusu olmak” gibi özellikler vehmeden OYAK “kimin ekonomik güvenliği”nin garantörüdür?
Ya da 1997 tarihli Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde yer alan “Türkiye’nin dünya ile bütünleşmesine yönelik, özelleştirme de dahil ekonomik çabalar artırılmalıdır” ifadesi ile bir önceki OYAK Yönetim Kurulu Başkanı emekli Korgeneral Selçuk Saka’nın “Ülke ekonomisi ile global ekonominin orta-uzun vadede göstereceği gelişime ve deği- şime OYAK’ın mutlaka uyum sağlaması gerekmektedir” ifadesi beraber ele alındığında OYAK’ın pretoryen militarizm içindeki konumu biraz daha belirginleşecektir. Bu bağlamda iki örnek olaya bakmak, ordunun tikel ekonomik çıkarlarının nasıl ulusal çıkar, ulusal güvenlik söylemi altına gizlendiğinin ortaya konması açısından aydınlatıcı olabilir. Birinci örnek, yarattığı iktisadi ve sosyal tahribat itibariyle Cumhuriyet tarihinin en büyük iktisadi krizi olan 2001 krizidir. Kriz sürecinde OYAK genel müdürü “Kriz varsa fırsat da vardır. 600 trilyona giden kâr beklentili bir kurum olarak fırsatlara bakmazsak kendimize haksızlık etmiş oluruz” sözlerini sarf etmiştir.7 Gerçekten, krizleri üreten mali sermaye birikim stratejisinin izleyicisi olan OYAK 2001 yılında toplam net varlıkları ve kârı açısından büyük bir sıçrama gerçekleştirmiştir. Yine 2001’de, batık kredi oranı ortalamanın üç katı olan Oyakbank kurtarılmış ve özelleştirme kapsamında “sembolik bir rakama satın aldığı” Sümerbank’ın 4.5 aylık faaliyeti sonunda getirdiği kâr ise OYAK’ın diğer şirketlerinin o yılki toplam kârını aşmıştır. ikinci olay ise özelleştirme kapsamında 2005 sonunda Erdemir’in satın alınmasıdır. Bu süreçte OYAK yönetimi tarafından ve kamuoyunda Erdemir’in ulusal güvenlik açısından stratejik öneminden dem vurulmuş, özelleştirilse bile ulusal sermayenin elinde kalması gerektiği ileri sürülmüş, kısacası Erdemir’in OYAK tarafından alınması TOBB’dan Maden-iş’e çeşitli kurumlar tarafından olduğu gibi medyada da coşkuyla karşılanmıştır.8 Ulusalcı retorik neoliberal sermaye birikim stratejisinin hizmetine sokulmuş ve böylece 2003 kârı OYAK’ın o dönemdeki 40 şirketinin toplam kârına eşit olan Türkiye’nin en kârlı üçüncü şirketi kamudan OYAK’a geçmiştir.10 Eylül 2005’te Antalya’da gerçekleşen “OYAK iş Ortakları Toplantısı”nda kırmızı beyaz tişört giyerek ulusal açıdan stratejik önemi haiz şirketlerin yabancılara satılmaması teziyle milliyetçi mobilizasyon yaratan OYAK, demir çelikte kısa bir süre sonra Arcelor ile ortaklık görüşmelerine soyunmuş, bankacılıkta ise Türkiye finans sektörünün “topyekûn gayri millileşmesini” pek de dert etmemiş ve Sümerbank’ı çok ucuza alıp Oyakbank’ı büyüttükten sonra bu bankayı 2.7 milyar dolara (o güne kadarki en yüksek meblağlı banka satışıdır) Hollandalı ING grubuna satmıştır. Küresel neoliberal kapitalizmin amentüleri doğrultusunda sermaye birikim stratejileri izleyen OYAK’ın bu “gayri milli” tavırları ise içinde emekli generallerin de bulunduğu geniş bir milliyetçi kamuoyunu sukut-ı hayale uğratmıştır.
OYAK’ın Varlığının Sorunlu Sonuçları Farklı yaşam alanlarına sirayet eden militarizasyon pratikleri dolayımıyla ordu hem kendi kurumsal gücünü derinleştirmekte, hem de daha geniş sosyopolitik ve sosyoekonomik iktidar ilişkileri ağına daha fazla dahil olmaktadır. Türk ordusunun OYAK dolayımıyla ekonomi alanındaki varlığı bunun bir halidir. Bir yandan her türlü siyasi, sosyal, iktisadi, kültürel meseleyi asayiş sorunu olarak kodlayan “neoliberal güvenlik siyaseti ve devleti” sosyopolitik ve sosyoekonomik planda demokratik hak taleplerinin önünü kesmekte, diğer yandan da sosyoekonomik güvenlik, toplumun genel refahından soyutlanarak başta ordunun kendisi olmak üzere hâkim sosyal grupların ve sınıfların ekonomik güvenliği açısından ele alınmaktadır. OYAK’ın bir işlevi, ordu içi bütünlüğü ve hiyerarşiyi korumaya yönelik sosyoekonomik bir araç olmasıdır. Kurum içi homojenliği sağlamanın bir yolu olarak ordu mensupları steril orta sınıf hayatların içine çekilmiştir. Ancak OYAK’ın büyük bir pasta oluşu ordu içinde özellikle bu pastadan az pay aldığını düşünen astsubaylar ve düşük rütbeli subayların tepkisini çekmektedir. Asli işi dış güvenlik olması gereken ordu mensupları dar iktisadi çıkar çatışmaları içine çekilmektedir. Diğer yandan bir kurum olarak ordu, OYAK’ın faaliyetleri üzerinden sermaye birikim sürecinin ve sınıflararası ve sınıf içi güç ilişkilerinin daha doğrudan biçimde içine çekilmekte ve bu ilişkilerin yönünü tayin eden unsurlardan biri olmaktadır. Bu, orduyu her düzeyde sınıfsal güç ilişkilerine daha göbekten bağlamakta ve yine modern demokratik bir yapıda görmesi gereken işlevlerin çok ötesinde faaliyetler alanına çekmektedir. Bu süreçte ne IMF, ne de AB, OYAK’ın varlığını bir sorun olarak görmektedir. IMF açısından bu durum belki daha anlaşılır olabilir, ama özellikle ordunun demokratik bir siyasal ve toplumsal yapının içindeki görev sınırlarına çekilmesi gerektiğini üyelik kriteri olarak sunan AB’nin çeşitli kurul ve platformlarında OYAK’ı diğer emeklilik fonları veya normal holdingler gibi algılama eğilimi bir tutarsızlık ortaya çıkarmaktadır.