Konuşmamın bu bölümünde Türkiye kamuoyunun gündemini meşgul eden son günlerdeki operasyonlara da değinmek istiyorum:
Açıkça ifade ediyoruz, hiç kimse açısından peşin hüküm kurma taraftarı değiliz. Ancak eğer dillendirilen ithamlar doğru ise durum çok vahim demektir, eğer dillendirilen iddialar doğru değil ise vahimden de öte bir durumla karşı karşıya olduğumuzu ifade etmek isterim. Bu konu netliğe kavuşuncaya kadar söyleyeceğimiz sözü saklı tutuyoruz. Ancak, şimdi, cumhuriyet tarihinin tanıklık ettiği en büyük yolsuzluk, usulsüzlük ve peşkeş dosyasının kapağını açacağım.
Gerek Plan ve Bütçe Komisyonu toplantılarımızda gerekse bütçe üzerine Genel Kurul konuşmalarımızda Sayıştay raporları ile ilgili düşüncelerimizi çözüm önerileriyle birlikte paylaştım. Bir konunun ısrarla incelenmesini talep ettim. O konu da (Ordu Yardımlaşma Kurumu) OYAK’tır.
OYAK’ı gündeme getirmemizin haklı sebepleri vardır. Avrupa Birliği müzakere fasıllarında Türkiye’nin karşısına çıkarılan bir konudur bu. Evet, ordu hiçbir koşulda ticaretle uğraşamaz diyorum. Ancak, mesele, generallerin ticari kuruluşu olan OYAK’ın Almanya’da, Amerika’da banka kurup, IMF’den kredi almasının çok çok ötesindedir, hatta Fransızlarla ticari ortaklık geliştirmesinin de ötesindedir. Uluslararası finans kuruluşları ve siyasi dizayn peşinde koşan lobilerle ortaklaşmasından da söz etmiyorum, daha vahim bir gerçeklikten söz ediyorum. 2001 Şubat krizi ile birlikte generallerin ticari işletmesi olan OYAK’ın yaptığı vurgundan söz edeceğim:
Bu vurguna değinmeden önce bir notu da sizlerle paylaşacağım. Dönemin Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel, şubat krizi öncesinde bankada duran TL bazlı yatırımını dolara çevirmiş ve krizle birlikte birikimini katbekat artırmıştı. Bu durum kamuoyuna yansıyınca, Erçel elde ettiği haksız kazancı iade etmek durumunda kalmıştı. Bundan sonra söyleyeceklerimi dinlerken bu bilgi notunu da hafızanızda canlı tutmanızı arzu ediyorum.
Paylaşacağım bilgiler 2001 Şubat krizinden sonra toplanan OYAK 42’nci Olağan Genel Kurulu tutanaklarına geçen, OYAK Genel Müdürü Doktor Şerif Coşkun Ulusoy’un sunuş konuşmasında verdiği bilgilerden ibarettir. Ulusoy aynen şöyle diyor: “Biz kendi inancımız ve değerlendirmelerimiz ışığında, bir krizin gelmekte olduğunu değerlendirdik, nakde dönüş programı başlattık. İlk aldığımız tedbir bu oldu. ikinci tedbir ise ‘kafaları değiştirmek’ şeklinde ifade edebileceğimiz ve yeni bir organizasyona gitme yönündeki inancımız oldu. Fakat benim inancıma göre, kafalardaki değişim, iki şey aynı anda değişmeli şeklinde olmalıdır. Evet, kafalar fiziken değişmelidir. İki: Kafaların içi de değişmelidir.” diyor. “Bu çerçevede, içine girdiğimiz 2000 yılının Kasım krizinde aldığımız tedbirler neticesinde ciddi kaynaklar sağladık. Bugün elimizde bulunan ciddi nakit kaynaklarının temeli 2000 yılında Vakıfbanka yönelik yaptığımız operasyon ve kasım ayındaki uygulamalarımızdır.” diyor. “2001 yılına girerken yine bir krize yönelik olarak endişelerimiz sürüyordu. Ocak ayından itibaren bir krize hazırlıklarımızı başlattık ve elimizde birikmiş bu nakit kaynakları dolara ve yabancı paralara dönüştürmeye başladık. Bu krize yönelik olarak, tabii, bizim tahminlerimiz bir sıkıntının tahminen mart veya nisan aylarında gelişebileceğiydi fakat gördük ki şubat ayında kriz başladı.” diyor.
Krizden önceden haberdar olduklarını itiraf eden Genel Müdür krizi fırsata dönüştürmekten söz ediyor ve sözlerini aynen aktarıyorum: “Bu şartlar altında bizim çıkış yolumuz bu bankamızı büyütmekti. Dolayısıyla, bu fırsatın üzerine gittik yani bir yerde krizi kriz olarak değil, bunu proaktif bir yaklaşımla bir fırsat olarak değerlendirdik. Bankamız daha da büyüyecek. Bu adımı attıktan sonra ocak ayı ortalarında ‘Sümerbank’ adı altında bir bankayı satın aldık. Tabii, aldığımız banka Sümerbank değildi, içinde 6 tane bankaya ait olan bilançoydu. Bu bilançoyu da biz kendi arzu ettiğimiz biçimde teklif verdik. Teklifimiz kabul edildi. Biz bankayı 50 milyara satın aldık. Bugün 50 milyar lira bir araba fiyatıdır.” diyor. “Ayrıca bu bankamıza bir miktar sermaye koyduk ve yıl sonunda bankamızda 150 trilyona yakın net kâr elde ettik. Bunun da 142 trilyonunu buraya, kurumumuza temettü olarak ödedik. Bu 142 trilyonluk temettü bizim tüm diğer iştiraklerimizden aldığımız temettüden 2 trilyon daha fazlaydı çünkü bizim kırk yıldır yaptığımız yatırımlardan elde ettiğimiz temettü sadece 140 trilyondu.” diyor. “Dört buçuk ayda…” Bu ifadeye özellikle dikkat etmenizi istiyorum değerli milletvekilleri, Ulusoy yani OYAK Genel Müdürü diyor ki: “Dört buçuk ayda biz 142 trilyonu defterimize kâr olarak geçirdik.”
Ayrıca OYAK’la ilgili sadece bunlarla yetinmeyeceğim, daha ifade edilecek başka şeyler de vardır. Mesela, yargıya intikal eden usulsüzlükler, yolsuzluklar var OYAK’la ilgili olarak. OYAK yetkilileri hakkında 21 astsubayın açmış olduğu davaya ilişkin “Ankara Cumhuriyet Savcısı Hatice Çetin” imzalı bir bilgiyi de sizinle paylaşmak istiyorum. Savcı Çetin aynen şöyle bir ifade kullanıyor… Dileyenler için burada Savcı Çetin’in ifadelerinin tutanaklarını da gösteriyorum. “OYAK yetkililerinin eylemlerinin dolandırıcılık ve hizmet nedeniyle emniyeti suistimal suçunu oluşturacağı anlaşılmış ise de OYAK yöneticileri hakkında CMK’nın 172’nci maddesi gereğince kitaba mahal olmadığına karar verilmiştir.” diyor. Bu konu ayrıca 23’üncü Dönemde Meclis Dilekçe Komisyonuna da intikal etmiş ancak Komisyon, Meclis İç Tüzük’ünün 116’ncı maddesine dayanarak şikâyeti reddetmiştir. 60’tan fazla iştiraki bulunan, yurt içinde ve yurt dışında ticari faaliyet sürdüren ve 275.990 üyesi bulunan, bu haksız rekabet ortamında büyüyen generaller karteline kim, ne şekilde dur diyecektir? Dileyenler açısından hem 42’nci OYAK Genel Kuruluyla ilgili toplantı tutanaklarını da bu konuda sunabilirim hem de Meclis Dilekçe Komisyonuna başvuran subaylara 23’üncü Dönem Meclis Dilekçe Komisyonunun verdiği cevabı da burada sizlerle rahatlıkla paylaşabilirim.
Şimdi, eğer gerçekten yolsuzlukların, usulsüzlüklerin üzerine gitmek istiyorsak bir bütün olarak, bir “temiz eller” operasyonuna ihtiyacımız olduğunu ifade etmek istiyorum. Şimdi, bu OYAK’la ilgili bu gerçeklikleri, bu usulsüzlükleri, bu yolsuzlukları, bu dolandırıcılıkları burada paylaştıktan sonra hâlâ Meclis suskunluğunu koruyacaksa söyleyeceğimiz çok şey kalmayacaktır, bu çarka “dur” demek gerekecektir. Söyleyeceklerimiz bu konuyla ilgili şimdilik bundan ibarettir.
Halkımızın sağduyusuna seslenmek istiyorum. Çaresiz olmadığımızı ifade etmeye çalıştım. Çare halkların kendi öz gücüne dayalı, demokratik ve özgürlükçü halk iktidarıdır ve biz bu yükü omuzlamaya talip olduğumuzu ifade ediyoruz. “Denenmişlerden, kirli çamaşırı olanlardan hiçbir şey çıkmaz.” diyoruz halkımıza. Bunlar size hiçbir şey vadedemezler çünkü her birinin diğeriyle ilgili olarak koltuğunun altında, sümeninin altında gizli dosyaları vardır. Bu kirliliğe…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Zozani, lütfen sözlerinizi tamamlayınız, son defa olarak size ek süre vereceğim.
ADİL ZOZANİ (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Bu kirliliğe dur demek için bir bütün olarak, süreç içerisinde tanıklık edilmiş bütün yolsuzlukların ve usulsüzlüklerin araştırılmasını talep ediyoruz. Grup olarak, parti olarak biz bu konuyla ilgili olarak Meclise bir araştırma önergesi verdik, kanun teklifi de verdik. Bunların gerçekten araştırılmasını istiyorsanız, bu konunun magazinel boyutlarıyla ele almak yerine ciddiyetine binaen Meclisin olaya, soruna el koymasını talep ediyoruz.
2014 yılı bütçesinin bütün bu tartışmaların gölgesinde yapıldığını ifade etmek isteriz. Bu tartışmalar, bu kirlilikler bertaraf edilmediği sürece Türkiye’nin rahata kavuşmasının olanağının olmadığını ifade ediyorum.
Kamuoyunu saygıyla selamlıyorum, hepinize teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Zozani.
Kaynak: 2014 yılı TBMM bütçe görüşmeleri genel kurul toplantı tutanakları